16 Ocak 2009 Cuma

Hoşgeldin

İlk baktığında görüyorsun ki gülüşü sıcak , gözleri bir anlamla bakıyor ama yine de bir şüpheyle yaklaşıyorsun , hani bu suratın altından bu kadar zeki ve sevimli birinin çıkabilceğini düşünmüyorsun , ben azından ben düşünmedim.

Esasında yurtdışındayken tesadüfen konuştuğun biri ama pek dikkatini çekmemiş o zamanlar , gün geliyor durduk yere bir konuşma başlıyor anlamsızca hızlı ve seri bir şekilde.

Sıkıntıları var , parlak gözlerinden ve titreyen ellerinden belli , ürkekçe yazıyor temkinli atıyor adımlarını ; bu durum daha da çok çekiyor ve merak ettiriyor karşısındakini.

Sonra birkaç film ismi ve İngilizce giriyor işin içine , 10 film yazılsa da ''notebook''ta karar kılınıyor.

Saat 23.30 oluyor , kız yatıyor artık sabah 5.30'ta kalkması gerek , erkek ise konuşmak istiyor biraz daha ama kıyamıyorda karşısındakine , sonuç olarak kız yatıyor ama erkek uyuyamıyor , sabah 5 e kadar uyumamak için direniyor amacı onu uyandırmak ve sade bir ''günaydın'' diyebilmek.Bu düşüncesini de gerçekleştiriyor erkek , karşısındaki uyanamasa da telefon elinde onu ararken uyuyakalıyor erkek.

Ertesi gün erkek yine söz veriyor arıycam diye ama bu sefer uyanamıyor sabah 5.00'te , oysaki kız saat kurmuş ve özellikle 5.00'te kalkıp telefonuna bakmıştır acaba arama var mı diye.Bunu duyan erkek mahçup oluyor ve öğlen vakti biraz da çekinerek arıyor kızı sahteden bir günaydın demek için , ve bir daha her sabah onu uyandırma sözünü vererek.

Esasında dediğim gibi masmavi bir deniz , hafif yağmur hatta çiselese bile yeter , dalga sesleri , ufakta bir bank.
Sabah güneşin doğuşunu izlerken , gece de ay ışığının denizde yarattığı yakamoz izlenmeli bu genç kız ve erkek tarafından.O kadar da büyük bir istek değil , evet tek oda ve birkaç puf , yatağın karşısında televizyon olmalı ; yemek yapmayı bilmemeli ikisi de ama uğraşmalı çabalamalı birbirlerini doyurup mutlu edebilmeleri için.


''Sen beni mutlu ediyorsun'' lafını duyabilmek güzel birşey , esas güzel olan ufacık şeylerin yüzde böyle tebessüm yaratması değil mi?

Hoşgeldin hayatıma.

14 Ocak 2009 Çarşamba

tuzağa düştüm

yine şişenin dibine vurduğum bir gece. günlerden salı, çok fazla eğlence olmaz bu gece sokaklarda diyerek attım kendimi balkonuma. bu soğukta. üşüdükçe içtim ve ısındım. üşümemek için durmadan içtim. bugünlerde barlara gidip kolumda kızlarla eve dönmeyi sevmiyorum. yine de colin yapıyor bunu benim durulduğum zamanlarda. az önce kapı çaldı, yemek sipariş etmiştir diye düşünüyordum. haklıymışım, kızlara gelirken yemek getirmelerini de söylemiş. şimdi ana yemekleri yemeye gidiyorum. sonra da tatlı olarak bir adet çikolatalı puding ve bir adet de çilekli turta var. colin yarım yarım paylaşmayı önerdi. sanırım bu fikre sıcak bakıyorum. kardeşimin tabağından yiyebilirim, zararı yok.
colin edebiyat yapıp, iki yazı ile içmeye sürükledi beni. kurnaz kardeşimin ben kafayı bulduktan sonra yapacaklarını planlamış olmasına da sevindim. bazen birbirimize katlanamasak da; iyi bir kardeş o.
harflere ve onların oluşturduğu kelimelere bakıp sızmadan önce, yemeğimi yemeye gidiyorm şimdi ben. su yatağını colin kaptı bile.
görüşürüz.

K.M **

13 Ocak 2009 Salı

kurtuluş

senelerim harebe,
senelerim boşa gitmiş,
senelerim asır olmuş , uyutulmuşum bir fahişe uğruna.
gözyaşlarım bitmiş,
gözyaşlarım suyunu çekmiş,
gözyaşlarım haksız akmış senelerce bir fahişe uğruna.

hiç dönmek istemesemde , kafamı çevirdiğimde arkama,
harcanılmış yıllar bana küsmüş,suratları asık,gözleri ufukta,
çaldığım dakikaların hatta saniyelerin hesabını soruyolar bana.

ama hücre hapisindeymişim sanki kapanmışım odama,
kurmuşum hayalleri , yıkmışlar duygusuzca.
taşla kaplamışlar kalbimi,yumuşatmışım yaşlarla.
bakamamışım etrafıma,çizik atamamışım anılara.

şuan ise tarihlerden eylül
belki bir eksik belki bir fazla
hayatım bambaşka.
başladığım güne lanet,
bittiği güne şükrediyorum.

haketmemişiz ; ben yaşananları sen ise beni.
sevmemişim,zannetmişim...
aşk yokmuş,meğer oda ilk görüşte olurmuş bugün ki gibi.

Çelimsiz

“Ey gemileriyle birlikte yiten denizler
Ve bağlı limanlarıdır! Ki unutulmasın

Gerçeklikte gemiler terk etmektedir fareleri.” *



BİR GEMİNİN BATIŞI

O gün gece bir sularıydı. Ağlamanın her türlüsünü sevmeme rağmen bu sefer ağlamayı seçmek istemiyordum. Mert biri bana yardım etti , her zaman beni dinler kendi serzenişleriyle birleşince bu ülkeyi terk etmemiz gerektiğinin kanıtlarını dile getirirdi. Zaten seneye İstanbul’a gidecekmiş. Gitsin umurumda değil.
Ben : Gitsin umurumda değil. Benden gitsin artık benle oynamasından, keşke şimdi yanında olsam demesinden bıktım.
Mert biri : Sert bir kahkahayla: Umurunda değil mi? İlkler unutulmaz kızım. Bak bana ,hala onunla evlenmenin hayalini kuruyorum. Evet umursamıyorum da aynı zamanda. Öyle sanıyorum. Hmm .. ııı biz biz aşığız sanırım.
-Sus zaten keskin soğuk yeterince ısıttı içimi senin sözlerinin içimi yakmasına gerek yok.
- Düşünsene … Tabii sen daha Notebook’ u izlemedin. Ben işte oradaki Noah’ım .
……….

İzledim. Birini daha izledim.Onlarla olan ilişkilerine baktım. Aradım , düşündüm, kaygılandım, irdeledim, öleyazdım ; evet hep bu lafı kullanmak istedim.
Bir kere daha ona diye sözcükleri boşluğa salıverdim.

“Biri daha ölür ve anneme sıkıca sarılırım. Bunun acısı da birçokları gibi mi?

Eşanlamlılık yalanını uydurdukları günden beri çocuklar daha çok ağlar ve sen benim meleğim bir ütopyayı geri çevirmendeki hazzınla yukarılara bakarsın ; kanatlarını görmek için:

Retorik bir kaçıştır seni etkin kılan ,öyle olmadan trajik bir kahramansın.Bütün o büyülü dansını güzelin koynunda yaşarsın. Acını senfoniye dönüştürürsün , bütün bu dilemmalı oyunun içinde . Laciverdi yeşille kapatman dahi böyle; resmiliğini doğallığınla kapatmaya çalışan ; arkana alır ve yanından geçersin hayatın ve yalanın özlemini çekersin yukarılarda. Senin gerçekliğin yokluğuna inandım; yüceliğin sınırlarında geceyle sevişmeye çıktım.Etkisi sınırsız sırrı aradım dindirmek için…

Bunu yaratman dahi göz kırpman sıfırdır. Yokluk ve birdir. Varlık ve sıfırdır kendini kodlayışının sırrı ;başlangıcın. Sıfır ve birin bölünebilir mi birbirine! Çoğalmalarına engel olamazsın ama. Senin cevabın da bu olmalı. Sıfırı kendine bile bölebilmen :senin yaşamın bu denli yaratıcı ve kusursuz olmalı. Bütünden kaçışın batırsa da kendini kusursuz bir şairsin benim için ve hiçsin batık ve zengin bir gemi gibi.”

"kevin"

colin'in seçtiği isim sonucunda, aynı soyada bağlı kalma gerekliliği hissedip sevdiğim kevin ön ismini alıp bu karakteri yarattım. ben kevin'im. peki kevin kimdir? kısaca anlatayım:
hayatı yaşa felsefesini benimsedim. hayat kafaya takacak kadar kötü değildir bana göre. aslında çok önceleri her şeyi kafasına takan, bunalım içerisinde yaşayan biriydim. bunu es geçmek istemem. bir gün bir reklam sayesinde çıktım bu bunalımdan da. johnsons baby shampoo reklamıydı bu. hayatı şampuana benzettim. temiz olmak için çabalarken gözünü açıp bakarsan acıtır. bu kadar fazla felsefik de düşünmemiştim aslında, şampuanın sloganı "no more tears" idi. tamam ulan dedim ve atıldım hayata.
zaaflarım var, hobilerim var, fobilerim var. sıradan bir insanım yani. gezmek en büyük hobim denebilir, şehir şehir dolaşır dururum. yeni yerler görmeyi seviyorum. belki de zaaflarımdan birinin yarattığı bir hobi bu. en büyük zaafım, klasik bir erkek zaafı, kadınlar. itiraf etmeliyim ki; kadınların en büyük zaaflarından biri de "kevin meloy"
sinema ve müzik olmadan yaşayamayanlardanım. bunlar dışında, sanatın her dalı ilgimi çeker.
colin ile pek çok şey paylaşmadık şimdiye kadar, hep uzaktık birbirimize. bu blog biraz da iki kardeşi yakınlaştırmasını umduğum bir proje oldu. bakalım neler getirecek. benim için takip edilmek, dikkat çekmek, yazdıklarımızın sevilmesi tabii ki önemli. fakat böyle bir şey olmasa bile biz yazar çeker gideriz.
hayatımız bazen sizlerinki kadar sıradan, bazense aklınızın almayacağı kadar uçuk kaçık. bazen mutsuz, bazen mutlu. bazen insanların hayallerindeki yerlerde. kabuslar da olabilir. bu nedenle yazmaya başladık. yazmaya değer olduğu için.
görüşmek üzere.

K.M **
 


meloy brothers © 2008. Design by: Pocket